20 Nis 2022

İktidar- Müzik İlişkisi: “Türkiye’de Devletçi Gelenek ve Müzik” Kitabı Üzerine Bir Değerlendirme – I

Yazan: GÖKBERK YÜCEL

GİRİŞ

Bu çalışmada, Prof. Dr. Şenol Durgun’un kaleme aldığı “Türkiye’de Devletçi-Gelenek ve Müzik” kitabı, iktidar – müzik ilişkisi bağlamında incelenmiştir. Şenol Durgun, kitabında kültür politikalarının şekillenmesinde iktidar – müzik ilişkisinin hangi konuma oturduğu ve nasıl bir işleve sahip olduğu sorusunun cevabını aramıştır. Ayrıca Türk devlet anlayışında gelenek olarak devam eden kodlar ile değişen paradigma arasında müziğin hem kültür politikalarında hem de halk nezdinde yerine ve önemine dikkat çekmiştir.

Kitap dört ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde devletçi geleneğin kadim kodlarına yer verilirken, modernleşme süreciyle aynı kalan yönleri ve değişen noktaları çerçevesinde bu kodların altı çizilmiştir. Türk devlet geleneğinde devletçi yapının değişimi, cumhuriyet dönemi de ele alınarak değerlendirilmiştir. İkinci bölümde ise, Türk müziğinde değişim süreci dönemsel olarak değerlendirilmiş, Osmanlı ve Cumhuriyet modernleşmesi bağlamında kırılan fay hatlarının zihinsel ve kurumsal çıktıları incelenmiştir. Üçüncü ve dördüncü bölümlerde cumhuriyet döneminde resmî ideolojiye alternatif olarak neşvünema bulan müzik türlerine yer verilerek bu türlerin siyasî ve sosyolojik tahlilleri yapılmıştır.

Durgun eserinde Türk müziğinin teknik özelliklerinden ziyade sosyo-politik, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel yönlerini değerlendirmeye tabi tutmuştur. Bu cihet ve yönelim behemehal çalışmanın da esaslarını tayin etmiştir. Çalışmada Şenol Durgun’un kitabında çizdiği rotaya ve belirlediği konsepte sadık kalınmakla beraber kavram, dönem ve olay okumaları ve örgüsü kitabın temel varsayımları doğrultusunda incelenmiş, çalışmanın bölümleri bu doğrultuda hazırlanmıştır.

DEVLETÇİ GELENEĞİN KADİM MELODİSİ: KLASİK TÜRK MUSİKİSİ

Devletçi Geleneğin Tarihî Kodları

Tarihî ve kültürel birikimleri münasebetiyle insanlık tarihinin müesses milletleri arasında yer alan Türk toplumunun, tarihî tecrübe ve birikim merkezi devlet olmuştur. Devletli olma şuur ve pratiği, Türk kimliğinin ontolojik güvenliğini oluştururken epistemolojik birikimlerini de ortaya koymuştur.

Şenol Durgun’un (2010a: 26) kitabında devletçi siyasetin tarihi kodları üç zeminde ele alınmıştır. Bunlardan ilkini eski Türk siyasî geleneği oluşturmaktadır. Eski Türk siyasî geleneği, bilinen ilk yazılı siyasî metin olan Orhun Abideleri’nde üç unsur üzerine oturtulmuştur.[1] Birincisi iktidarın kaynağı ilahî menşeilidir. Dolayısıyla siyasi topluluğun vücut bulduğu devletin yönetilmesinde talihli, ehliyetli ve yetkili olan hükümdar, Tanrı tarafından belirlenmektedir. Tanrı’nın verdiği bu yetki kut inancına karşılık gelmektedir. Hükümdarın siyasi meşruiyetinin ilahi kaynağı Orhun Abidelerinde şu şekilde ifade edilmektedir (Kültigin Abidesi, GY ve DY):

“Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağan, bu zamanda oturdum. Sözlerimin tamamını dinleyin, özellikle küçük erkek kardeşlerim, çocuklarım, birleşik soyum, halkım … güneyde Şadlar, kuzeyde tarkanlar, beyler, Otuz … Otuz Tatar halkı … … Dokuz Oğuz Beyleri ve halkı, bu sözümü iyice işitin, sıkıca dinleyin! …Tanrı buyurduğu için, Kutum, kısmetim var olduğu için, Ölecek milleti diriltip besledim.”

Eski Türk geleneğinden tevarüs eden ikinci unsur ise evrensel (Cihanşümul) devlet modelidir. Cihanşümul devlet modeli Oğuz Kağan destanında yer yüzünün Oğuz Kağan tarafından oğullarına paylaştırılmasından Orhun Abideleri hatta İslam sonrası döneme kadar uzanan bir anlayışın ürünüdür. Bu noktada Türklerde il tutmanın temel amacı sulhu ve düzeni sağlamaktır (Gökalp, 1976a). Bu durum evrendeki düzen ve uyumun yeryüzünde de tesisi edilmesinin tezahürünü oluşturmaktadır. Orhun Abidelerinde bu husus şu şekilde geçmektedir (Kültigin Abibesi, DY):

“Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında da insan oğlu yaratılmış. İnsan oğlunun üzerine atam Bumın Kağan, İştemi Kağan tahta çıkmışlar. Tahta çıktıktan sonra Türk halkının ülkesini, yasalarını ele alıp düzenlemişler.”

Dolayısıyla Türk Devletinin teşkil edilmesinde ana amillerden birini bozulan dirliğin yeniden sağlanması oluştururken diğerini ise dünya üzerinde yaratılan insanoğluna sahip çıkılması ve onların da hak ve hukukun gözetilmesi teşkil etmiştir. Bu bağlamda Türklerin cihan hakimiyetinde sembol ise, Kızılelma olmuştur. Kızılelma varıldıkça bir öteye taşınan fetih hedefini gösterirken aynı zamanda dünya üzerinde Tanrı’nın nizamını ve uyumunu tesis etmek gibi bir simgeye haizdir.

Eski Türk geleneğinde üçüncü unsur ise töredir. Töre, Türklerdeki iç düzeni tesis eden hukuk kurallarıdır. Bu bağlamda Törenin kaide ve ilkeleri Kağan da dahil olmak üzere bütün toplumu bağlayıcı bir niteliğe sahiptir. Töre, Türk toplumunun hafıza ve birikimlerinin de somut bir şekilde yansıdığı bir zemindir. Dolayısıyla içtimaî hayatı oluşturan bütün norm ve davranışlar da töre kapsamında yer almıştır (Gökalp, 1976a). Mamafih törenin olmadığı zaman devlet ve toplum düzeninin olamayacağı, dahi esaretin ve uğursuzluğun baş göstereceği ifade edilmiştir (Ergin, 2015: 43).

Devletçi gelenekte ikinci zemini ise, İslami dönemlerle birlikte yönetim anlayışına eklemlenen siyasî gelenektir. Bu gelenek, asrı saadet döneminden beslendiği gibi, daire-i adliye kavramıyla İslamiyet’in adalet kavramıyla harmanlanmıştır. Bu bağlamda adalet, Türk cihanşümul refleksini beslerken, yönetimde mutlak otoriteyi dengeleyen ana unsur olmuştur (Durgun, 2010a: 29). Adil olmak, iktidarı devam ettirmenin teminatı olmuştur. Adil olmak yeryüzünde nizamın ve barışın tesis edilmesinin en birincil yolu olarak görülmüştür. Mamafih kılıçla fethedilen yerlerde adaletle hükmetmek iktidarın varlığı ve idamesi açısından şart olmuştur.

Devletçi gelenekte üçüncü zemin ise, Bizans siyasî geleneğidir. Bizans siyasî geleneği coğrafî konumu gereği Osmanlı’nın beylik döneminde Bizans’la olan münasebetinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Hassaten Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethetmesiyle Osmanlı yönetim anlayışında bir renk olarak kendini göstermiştir. Bizans’ın bölünmez otorite kavramı, Osmanlı siyasal sistemi içerisinde dini otoritenin, siyasi otoriteden bağımsız olamayacağı ve klasik Osmanlı padişah tipinin oluşmasında etkin bir rol oynadığı söylenebilir (Durgun, 2010a: 31).

Bu doğrultuda devletçi geleneğin Türk devlet anlayışındaki kavramsal yansımaları Durgun (2010a: 31) tarafından devlet, nizam-ı âlem ve saltanat olarak belirlenmiştir. Bunlar aynı zamanda teşkilat, o teşkilata ruhunu veren amaç ve siyasî otoriteyi temsil etmiştir.

Kadim Devlet Geleneğin Türk Müziğindeki Tezahürü

Kültürel yol ayrımının miladı olarak ifade edilen 1826 yılına kadar kadim devlet anlayışında müzik dörtlü bir seyre tabi olmuştur (Durgun, 2010a: 72). Bunlardan birincisi Yeniçeri Ocağı’nın kurulmasıyla birlikte gelişmeye başlayan ve askeri müzik olarak da isimlendirilen Mehter Müziğidir. Mehter müziği, toplumun geniş kesimine hitap etmiş ve türlü müzikal renk ve tonları bünyesinde barındırmıştır. Bunun yanı sıra klasik Osmanlı musikisi daha çok sarayda ilgi gören, Bizans tınılarından da beslenen, hassaten gayrı Müslim bestekar ve icracıların da etnik kimliklerinden bağımsız olarak eklemlenebildikleri üst kültür müziği olarak kadim dönemde yer almıştır. Kadim dönemde üçüncü müzik türü tekke geleneğinden mülhem tasavvuf musikisidir. Dini musiki, farklı makam ve usullerin kullanıldığı bir zenginlik içermiştir. Son olarak halk müziği, özellikle kırsal kesimde toplumun yöresel özelliklerine göre şekillenmiştir.

Devlet eliyle modernleşmenin tesis edilmesiyle birlikte Osmanlı klasik dönem musikisinden askerî müziği temsil eden Mehter müziği, 1826 Yeniçeri Ocağının kaldırılmasıyla birlikte lağvedilmiştir (Durgun, 2010a: 73). Bununla beraber Saray’da Klasik Türk Musikisinin varlığı bir süre daha devam etmiştir. Lakin Osmanlı sarayında batı müziğine duyulan ilgi, geleneksel Türk müziğinin tahtını sarmış ve Türk kültüründe alaturka-alafranga dikotomisinin gerilimli fay hatlarından bir tanesini teşkil etmiştir. Klasik Türk musikisinin önemli temsilcilerinden Dede Efendi, bu dönemde saraydaki görevine devam ederken Batı müziğine oluşan ilgi ve tercihi bertaraf etmek, dahi Türk bestekarlarının da istedikleri zaman Batı tarzı müzik yapabileceklerini göstermek adına “Yine Bir Gülnihal” adlı meşhur bestesini yapmıştır (Durgun, 2010a: 78). Türk musikisine yönelik ilginin azalmasının bir diğer nedeni de eşli danslara uygun olmamasıdır. Dolayısıyla “Yine Bir Gülnihal” bestesi dans müziği formatında bestelenmiştir. Lakin Batı müziğinin Saraydaki etkisi kırılamamıştır. Bu sebepten Dede Efendi “Artık bu oyunun tadı kalmadı” diyerek saraydan ayrılmıştır (Durgun, 2010a: 78).

Batı tarzı modernleşmenin devlet eliyle yürütülmesi geleneksel müziğin saraydan tasfiyesiyle sonuçlanmıştır. Lakin bu dönemde saray dışında klasik Türk musikisi muhafaza ve icra edilmiştir. Dar’ül Musiki Osmani, Dar’ül Feyz-i Musiki, Dar’üt Talim-i Musiki, Gülşeni Musiki ve Şark Musiki Cemiyetleri gibi müzik alanında kurulan dernekler, halk arasında ortak katılımı yaygınlaştırmış ve klasik Türk Musikisinin eğitimini kitleselleştirmiştir. Bu bağlamda şarkı forumunda klasik musiki, konaklarda eğlence kültürünün ve ticari kuruluşların bir parçası haline gelmiştir (Durgun, 2010a: 79). Tasavvuf musikisi ise Tekke ve Zaviyeler kapanana kadar varlığını dergahlarda devam ettirmiştir.

* Devam edecek…

** Bu yazı ilk olarak Düşünce Dergisi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.

____________________

[1] Orhun Abdileri için bkz. Ergin, 2015.

Geçmiş Yazılar

Comments are closed.