14 Mar 2022
Düşmeye ve Kalkmaya Dair Kendime Notlar
Kalktım! Nereden ve nasıl kalktığımın önemi yok. Düştüğüm bir yerden kalkmakla derin bir uykudan kalkmak farksız benim durumumda. Kalktım. Kalktım ve kendimi yokladım, kafamı, kafamın içindekileri… Kalktım ve düşüncelerimi; öğrenilmiş, ezberlenmiş, zihnimin tam orta yerinde bir mabede dönüşmüş düşüncelerimi; eski sorularımı ve eski hazır cevaplarımı yokladım. Yoktular. Hem vardılar, hem yoktular. Ölmüşlerdi ama cesetleri hala orta yerde duruyordu. Ağır cesetleriyle zihnimi işgal etmeye devam ediyorlar… Vakit ölüleri gömme vakti, ölülerimi, öldürdüklerimi… Ne kadar da çok ölü var, ne kadar da çok ceset… Ne kadar da ağır bir başım varmış eskiden, kafam ne kadar da ağırmış, ne kadar da kalabalıkmış içim… Bir tek ben yokmuşum, ölüler içinde yitirmişim benimi, ben diye başka benlerde öldürmüşüm… Ben benim diyememişim bir türlü. Bu mıntıka temizliği boşaltılmış, arındırılmış bir zihinde yeni bir ağırlık yaratır mı? Boşluğun, hiçliğin ağırlığı… Bu boşluğu doldurmak adına yeni yeni müstakbel ölüler edinecek miyim? Umarım edinmem. Kendime söz veriyorum, artık “ölüler edinmeyeceğim”. Ey sevgili kendim, artık ben olmaklığımdan vazgeçmeyeceğim.
Kalktım. Kalktım ve çevremi yokladım. Aynı manzaralar, aynı insanlar. Hem varmışlar, hem yokmuşlar gibi. Cümlede içkin anlam gereği, aslında daha çok yokmuşlar, ya da benim tarafımdan verilecek bir anlamı bekliyorlarmış, ben bu anlamı verene kadar boşlukta asılı duruyorlarmış gibi. Aslında herkes, her şey her zaman nasılsalar yine öyleler; her zaman oldukları gibi, her zaman oldukları yerdeler. Değişen sadece gözlerim, bakışlarım, görme biçimim. Henüz yeni bir manzara yaratmaktan acizim. Henüz insanlara ve eşyaya; kendime ve topluma; kelimelere ve kavramlara; geçmişe, şimdiye ve geleceğe; hayata ve ölüme yeni baştan anlam verebilecek bir donanımdan mahrumum. En azından artık mahrumiyetlerimin ve yeni bir anlamlandırma ihtiyacımın bilincindeyim. Ne kadar da kalabalıkmışım diyorum eskiden; hatadan münezzeh insanlardan, kutsal metinlerden, büyülü kelimelerden, hazır anlamlardan, büyük sözlerden bir denizin içinde boğuluyormuşum. Şimdi bu kazanılmış yeni tenhalık yeni bir kalabalığa yol açar mı? Umarım öyle olmaz. Kendime söz vermek istiyorum. Ey sevgili kendim, artık kalabalıkların içine karışmayacağım; kalabalıkların içinde eritmeyeceğim kendimi. Dilimi büyük sözlerden, büyük kelimelerden sakınacağım. Büyük sözlerim sadece kendime olacak, sözümü tutamama suçunu sadece kendime karşı işleyeceğim. Sana söz olsun ey sevgili kendim. Şüphe etmekten, soru sormaktan, aramaktan bundan böyle asla vazgeçmeyeceğim. Umarım sana mahcup olmam sevgili kendim. Umabilmek bile ne kadar güzel…
Kalktım. Bu kalkmanın biçimi o kadar mühim değil; mühim olan kalkmış, kalkabilmiş olmam. İki büklüm de olsa kalktım. Hem yorgunmuşum gibi, çok yorgunmuşum gibi… Hem de uzun bir yoldan dönmüş olmanın verdiği o rahatlık hissini duyuyormuşum gibi. Sanki belli belirsiz bir tebessüm bile yüzümde varmış gibi. Sanki hüzünle karışık bir mutluluk… Kaybetmiş olmanın ama kaybetmeden önceki kaygılardan da kurtulmuş olmanın, henüz yeni bir şeyler bulamamanın ama yeni bir şeyler bulabilmek için yeni yeni yolculuklara da çıkabilecek olmanın getirdiği, itiraf edilemeyen, kendi varoluşuna dahi inanamayan, duyulursa kırılacak, bilinirse yarıda kalacak, gizli, çekingen, açığa vurulamayan bir mutluluk… Bir parçacık özgürleşme…
Düşmemiştim. Ama kalkmak için düşmem gerekiyordu. Kendi kendimi düşürdüm. Hepsi bu sevgili kendim. 25 yıllık pek uzun bir ergenlikten çıkmanın bunalımı. Telaşa mahal yok; kendimin kontrolü altındayım…