22 Eki 2023
Ahmet Hamdi̇ Tanpınar’ın Tarih Düşüncesi̇ – II
Onun için süreklilik şuuru bazen sokaktaki çocukların söylediği çocukları türküleri olarak Huzur romanındaki gibi “ondan evvel annesi, annesinin annesi de aynı türküyü söylemişler ve aynı oyunu oynamışlardı. Devam etmesi lazım gelen, işte bu türküdür. Çocuklarımız bu türküyü söyleyerek, bu oyunu oynayarak büyümesi; ne Hekimoğlu Ali Paşa’nın kendisi, ne konağı hatta ne de mahallesi. Her şey değişebilir, hatta kendi irademizle değişiriz. Değişmeyecek olan, hayata şekil veren, ona bizim damgamızı basan şeylerdir” cümleleriyle karşımıza çıkar.[1] Hatta öyle ki Huzur romanında bu türküler Çin’den geldiğini söylediği o gür sesleri hatırlatır okuyucularına:
“Çünkü bize mahsus, ta cedlerimizden beri gelen ve terbiyesi en tene bağlı türkülerimizde bile hiç olmazsa kanlı bir şehvet rüyası halinde tekrarlanan sevme tarzı, sevgilide bütün kainatın toplanması isterdi. İstanbul’un, Konya’nın, Bursa’nın, Kırşehir’in evliyalarıyla halk türkülerinin anlattığı efe, dadaş aşkları, çocukluğuna kulak verdiği zamanlar unutulmuş senelerini Çin’den gelen bütün o gür, hasretle arzuyla, kendisini tüketmek ihtiyacıyla dolu nağmelerin, Bingöl ve Urfa ağızlarının, Trabzon ve Rumeli türkülerinin kanlı ve bıçaklı maceraları bu sevme tarzında birleşiyordu.”[2]
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın tarih anlayışını anlamamızda yardım olacak bir diğer dikkat nokta da varoluşun bedeli olan, şiir ve yazılarında önemli bir yer tutan ve onun “saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır. Bu da gösterir ki, zaman ve mekan, insanlar mevcuttur” cümlesiyle dikkat çektiği zamandır.[3] Bu konu üzerinde bir başka isim üzerinde onun kadar duranı bulabilmemiz güçtür. Zaman, Tanpınar’ın tabiriyle ne büsbütün içinde ne de büsbütün dışında, içinden geçilmiş, ancak etkisini koruyan bir güç iken öğrencisi Mehmet Kaplan’ın tabiriyle; yaşanmakta olan anın ötesinde, yaşanmış olanın ruhu, hatırasıdır. Şiirlerinde, hikayelerinde, romanlarında, ilmi araştırma ve denemelerinde, insan hayatının zaman mefhumunu inceleyen zamanın akışkanlığını mesele edinen bir yazarımızdır.[4]
Tanpınar’ın öğrencilerinden Kaplan ise hocasının zaman algısında insanoğlunun iç içe yaşadığı üç zaman yani kozmik, deruni, ve sosyal zamanlar, kendilerini muhtelif şekil ve hareketlerle ifade ettiğini söyler. “Yaşama, düşünme ve hatta duyma sistemi, tamamıyla statik olan hayatı çok kısa bir rüyadan ibaret gören eski dünya telakkimizde, bugün anladığımız manada “süren ve her an başka” bir zaman fikri yoktur. Kader ve öbür âlemde ebedileşme düşüncesi, hayat fikriyle beraber zaman fikrini de silmişti” cümlesiyle tanımladığı zaman, Nef’inin şu beytiyle açıklanmaya devam etmiştir. “Bir düş gibidir hak bu ki ma’nide bu alem / Kim göz yumup açınca zamanı güzel eyler”[5]
Tanpınar’ın “Ne içindeyim zamanın/ Ne de büsbütün dışında”[6] mısralarından hareketle Ertuğrul Aydın bunun kaynağının Dekart’ın “Zaman düşüncenin bir kipidir” düşüncesinin bir yansıması olduğunu, kendi duruşu ile arasında duruş halini aldığını belirtmiştir.[7] Bununla beraber Antalyalı Genç Kıza Mektup’ta Tanpınar “Şiir ve sanat anlayışımda Bergson’un zaman telakkisinin mühim bir yeri vardır. Pek az okumakla beraber o da borçlu olduğum insanlardandır. Fakat 1932 yıllarında Schopenhauer ve Nietzsche’yi çok okuduğumu da hatırlatayım. Rüya meseleleri beni Freud ve psikanalistlere götürdü.” diyerek zaman telakkisinde Bergson etkilerinden bahsederek şunu eklemiştir; “Ne içindeyim zamanın” şiiri, şiir halini, kozmosla insanın birleşmesini nakleder ki, bir çeşit murakabe (içine dalma) ve rüya halidir. (…)Bunu, yaşadığımızdan başka bir zamana gitmek diye tarif edebilirim. Başka türlü ritmi olan ve mekanla, eşya ile içten kaynaşan bir zaman.”[8]
Etkisinde olduğunu söylediği Bergson’un zamanını ve Freud’un rüyalarından pek çok deneme ve romanlarında kaleme almıştır. Fikir Sohbetleri adlı denemesinde “bizi bilerek ya da bilmeyerek, hepimiz az çok Bergsoncu idik. Hatta millet haline. Çünkü anavatan adede ve maddi imkâna karşı en çetin mücadelede idi. İmanımızla giyinmiş yaşıyorduk. (…) Mustafa Şekip Bey yaradılışından kâfidir. Bergson’u bize tanıttığı gibi Freud’u da, kendi karanlıklarımızın bu solgun ayını da bize o tanıttı.” der.[9]
Zaman, Tanpınar için görünenle idrak edilen ile duyumsanmanın, tanımlanabilenle ihsas edilebilmenin müşterekliğinden doğan, kozmosla insanın buluştuğu, varoluşun bedeli ve kendiliğinde işleyen şuurlu bir murakabedir. Onun için vakit; “Yalnız insanoğlu idi ki yekpare ve mutlak zaman, iki hadde ayrılıyor, içimizde bir küçük idare lambası, bu isli aydınlık çırpındığı çok basit şeylere kendi mudil riyazesini soktuğu için, süreyi toprağa düşen gölgemizle ölçtüğümüz için ve hayatı birbirinden ayırıyor ve kendi yarattığımız bu iki kutbuın arasında düşüncemiz bir saat rakkası gibi gidip geliyordu” ifadeleriyle vücut bulur.[10]
Tanpınar’ın Huzur romanında “İnsanoğlu, zamanın mahpusu, onun dışında fırlamağa çalışan bir biçare idi. Onun içinde kaybolacağı geniş ve biteviye akan nehrinde her şeyle beraber akacağı yerde, onu dışarıdan seyre çalışıyordu. Onun için bir ıstırap makinesi olmuştu” der.[11] Bu Bergson gibi Ahmet Hamdi’nin zaman ile psikolojik yaşama ait olan içsel zaman arasında çizdiği çizgidir. Tanpınar’ın romanlarında gördüğümüz bu çizgi onun zamanı matematik ve psikolojik olarak ayırması yani izafileştirmesidir. Şerif Eskin’in Zaman ve Hafızanın Kıyısında Tanpınar’ın Edebiyat, Estetik ve Düşünce Dünyasında Bergson Felsefesi adlı eserinde de işaret ettiği gibi Mahur Beste’nin karakterlerinden Behçet Bey ile olan kısmında bu durumu şu şekilde görmemiz mümkündür;
“Aynalar, istedikleri zaman, dört bir yana salıverdikleri bu sessizlikle taksim kabul etmiş bir zamanın timsali idiler. Halbuki Behçet Bey, daha çok bizim olan zamanı, beraberimizde getirdiğimiz ve yine beraberimizde götürdüğümüz, her zerresine ayrı mana ve şekiller, ayrı çehreler vererek sahip olduğumuz zamanı, kendi eliyle tamir ettiği, temizleyip ayarladığı bir yığın saatin, kah telaşlı, kah büyük bir sabır ve dikkatle teker teker, küçük küçük, hiç yorulmadan, yanılmadan, şaşmadan saydıkları, nabızlarımızın munis kardeşi olan zamanı severdi.”[12]
Devam edecek…
____________________
[1] Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, s.20-21.
[2] Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, s.208.
[3] Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, s.32.
[4] Bak. Mehmet Kaplan, Yavaş Yavaş Aydınlanan Tanpınar, Dergah Yayınları, İstanbul 2015, s.166.
[5] Mehmet Kaplan, Yavaş Yavaş Aydınlanan Tanpınar, s.25-27
[6] Ahmet Hamdi Tanpınar, Bütün Şiirler, s.
[7] Ertuğrul Aydın, “A.g.m.”, s.598.
[8] Zeynep Kerman, Tanpınar’ın Mektupları, Dergah Yayınları, İstanbul 2014, s.321.
[9] Ahmet Hamdi Tanpınar, Hep Aynı Boşluk, s.98-99.
[10] Ömer Lekesiz, “Tanpınar Nereden ve Nasıl Bakar?”, Hece Dergisi, S.61, Ocak 2002, s.118.
[11] Şerif Eskin, Zaman ve Hafızanın Kıyısında Tanpınar’ın Edebiyat, Estetik ve Düşünce Dünyasında Bergson Felsefesi, Dergah Yayınları, İstanbul 2014, s.80.
[12] Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahur Beste, Dergah Yayınları, İstanbul 2017, s.22-23.