5 Nis 2022
Ahmet Ağaoğlu’nda İslâm ve Milliyetçilik İlişkisi – I
I. Türkçülük ve İslamcılık Arasında Uzun İnce Yollar
Meşrutiyet yılları, üç kimlik siyasetinin, yani hususî isimleriyle Osmanlıcılık, İslâmcılık ve Türkçülük’ün aynı politik evreni paylaştıkları, birbirleriyle etkileşime girdikleri, rekabet ettikleri, tartıştıkları bir zaman dilimi olmuştur. Türkçülerin Osmanlıcılar ve İslâmcılar ile girdikleri tartışmalar II. Meşrutiyet dönemi Türk düşüncesinin canlı ve bereketli bir tarafını teşkil eder. Yusuf Akçura ile Ali Kemâl arasında 1904 senesindeki Üç Tarz-ı Siyaset tartışması ile başlayıp Meşrutiyet yıllarında Türk Yurdu ve Peyâm sayfalarında devam eden Osmanlılık-Türklük tartışması, İslâmcı Babanzâde Ahmed Naim ile Türkçü Ahmed Agayef (Ağaoğlu) arasında cereyan eden “İslâm’da davâ-yı kavmiyet” tartışması ve yine Ahmed Ağaoğlu ile İslâmcılıkla melezlenmiş yeni bir Osmanlıcılık versiyonunu dillendiren Süleyman Nazif arasındaki tartışma meşhurdur[1]. Söz konusu tartışmalarda Türkçülerin diğer iki rakip cereyanın hücumlarını karşılarken ileri sürdükleri argümanlar Türkçü fikriyâtı anlayabilmek adına fevkalade kıymetlidir. Bilhassa İslâmcılar ile cereyan eden tartışmalarda Türkçülerin sözcüsü olan Ağaoğlu’nun metinleri temsil edici niteliktedir ve Cumhuriyet döneminde Türk-İslâm sentezi ve Türk Müslümanlığı gibi söylemlere evrilecek olan çizginin kökleri açısından mühimdir.
İslâmcılık ve Türkçülük arasında umumiyetle gerilim ve tartışmalar söz konusu olmakla birlikte bazen karşılıklı etkileşimler, iç içe geçişler, melezlenmeler, orta yol arayışları da vakidir. Hatta Sırat-ı Müstakim’de İslâmcılar ile Türkçüler teşrik-i mesaide bile bulunmuşlardır[2]. Babanzâde Ahmed Naim, meşhur “İslâm’da Dâvâ-yı Kavmiyet” yazısında bir orta yolcu grup olarak “Türkçü-İslâmcılar”a seslenmişti. Hilmi Ziya Ülken de Şemsettin Günaltay, Şerefettin Yaltkaya, Halim Sabit, Hüseyin Hüsamettin gibi sarıklı Türkçülerden, Türkçü-İslâmcılardan bahseder[3]. Bu tarz ara karakterler karşılıklı etkileşimleri açığa vurur. Ancak bazı müşterek kaygı ve hassasiyetler ile dönemsel yakınlaşmaların dışında iki cereyan iki ayrı kampı temsil eder. Bu vadide İslamcılığın da, Türkçülüğün de homojen bir yapıya sahip olmadıklarını hatırdan çıkarmamak, etkileşimleri ve kopuşları doğru yorumlayabilmek için önemlidir. Modernist İslamcılarla Türkçülerin dinde reform, kaynaklara dönüş ve dinin hurafelerden arındırılması gibi temel ve gayet muhataralı bir konuda birbirlerinin pek de uzağında olmadıkları görülürse de milliyetçilik meselesi iki tarafı iki ayrı kutba itecek kadar güçlü bir çelişkidir.
İslâmcılar milliyetçiliğin/kavmiyetçiliğin dinen yasak olduğu, dolayısıyla Türkçülük yapmanın kişiyi dinden çıkaracağı, bütün Müslümanların bir millet teşkil ettiği, bunun dışında başka bir başka bağlılık odağı aramanın Müslümanlar arasına fitne sokmak olduğu, Türkçülerin İslâm öncesi Türk tarihini sahiplenmek suretiyle bir tür cahiliye dönemine avdet ettikleri, hatta Cengiz Han’ı Hz. Muhammet’in yerine koymak istedikleri, dolayısıyla eski Türk dinini, Şamanizm’i, İslâm’ın yerine ikâme etmek istediklerini ileri sürdüler. Türkçülüğün bir dinsizlik ihtiva ettiği yönündeki propagandalar, açık veya örtük imalar, Türkçülüğü Müslüman halk nezdinde bir meşruiyet krizine sokmaya matuftu.
Sebilü’r-Reşâd sütunlarında yer alan, Mehmed Fahreddin[4] imzalı bir yazıda “İslâm’da kaç milliyet var?” var diye soruldu. Cevap belliydi; “İslam’da milliyet, diyânetle tevem[5]” olduğu için tek bir din, dolayısıyla tek bir millet vardı. Milleti din meydana getirmekteydi. Bu sebeple diyanet demek, milliyet demekti. Yazar, milletlerin içinde çeşitli kavimlerin ve unsurların mevcut olduğunu kabul eder. Ancak din, bunları bir vücudun organları gibi bir araya getirerek millet hâline koymaktaydı[6]. Bu itibarla İslâm milleti içinde yüzlerce farklı kavim, unsur, renk, seciye mevcut olabilirdi; fakat bunların milletin ruhu üzerinde etkisi olamazdı. Kavmiyet, Mehmed Fahreddin’e göre biyolojik bir şeydi, insanın hayvanî yönüyle ilgiliydi. İnsan “mahiyet-i cinsiyesiyle hayvandan başka bir şey” değildi. Bu durumda kavmiyetçilik/milliyetçilik de Darwinizme atıfla “hayvaniyeti” insaniyete tercih etmek demekti. Oysa insan “hayvan-ı nâtık”tı. Onu diğer hayvanlardan ayıran hususiyet bu natıkıyyet hassasıydı. Milliyet de biyolojinin ötesinde, ruhî bir şeydi. Müslümanlara ruhu din verdiği için onlar İslâm milletinin bir parçasıydılar[7]. Bu şekilde din temelli bir milliyet kabulünün varacağı yer Türkçüler açısından gayet sıkıntılıydı:
“İslâm’da millet, dinden ibaret olunca her hangi bir unsur-ı İslâm tarafından dermeyân olunacak milliyet davâsı, o milletten ve binaenaleyh o dinden ayrılmak demek olmaz mı?[8]”
“Fikr-i kavmiyeti şeytan mı sokan zihninize?”, “Son siyaset ise Türklük, o siyaset yürümez”, “Hani milliyetin İslâm idi… kavmiyyet ne!”, “Bizim diyanete sığmaz sekiz dokuz millet”, “Müslümanlıkta anasır mı olurmuş ne gezer/ Fikr-i kavmiyyeti telin ediyor Peygamber” gibi mısralarıyla Mehmed Âkif de mensup olduğu çevrenin milliyetçilik konusundaki düşüncelerini veciz bir şekilde dillendirir. O da milliyetçiliğin dine aykırı olduğu, Müslümanların başına gelen felaketlerin en büyük sorumlusu olduğu ve İslâm dünyasını parçalamak için Hristiyanların bir oyunu olduğu hususlarında mücadele arkadaşlarıyla hem fikirdir[9].
Ahmed Ağaoğlu, İstanbul Türk Ocağı’nda milliyet üzerine verdiği bir konferanstan sonra bir hocanın, kendisi için nikah tazelemesi gerektiğini söylediğini beyan eder[10]. Görüldüğü üzere Türkçülüğün İslâm kardeşliğini yaralayan ve “hakiki Müslümanları” üzen bir hastalık[11] addedildiği bir ortamda, Türkçüler, dinsizlik ithamından İslâm milleti haricinde bir Türk milletinin olamayacağına kadar birçok iddia ile hesaplaşmak zorundaydılar. Türkçüler kamuoyunu bir yandan İslâm’ın milliyetçiliği yasaklanmadığı, diğer yandan Türkçülüğün dinsizlik olmadığı hususunda ikna edebilmek için yoğun çaba sarf ettiler. Timurtaş imzalı, kuvvetle muhtemel Gökalp tarafından kaleme alınmış bir yazıdaki “Türklerin gizliden gizliye, bir günâh işliyormuş gibi dertlerine derman aradıkları” ibaresi döneme hâkim olan psikolojiyi manidâr bir şekilde yansıtmaktadır[12].
Aslında İslâmcılık da bir tür milliyetçilikti, İslâm milleti ifadesi geleneksel dinî cemaatten çok modern “nation”a yakındı[13]. Ernest Gellner, “Müslüman köktenciliğin altında yatan anonim bir ümmetle kendini özdeşleştirme mekanizması, modern milliyetçiliğin altında yatan mekanizmaya benzer” der[14]. Kemal Karpat, bu bağlamda II. Abdülhamid’in politikasını Pan-İslamizm’den ziyade İslamizm olarak niteler. İslamizm içeri dönük birleştirici bir ideolojidir, ancak bir dış politika enstrümanı olduğu anda Pan-İslamizme dönüşmektedir[15]. Bu hususa ilk dikkat çeken isim Yusuf Akçura olmuştur. Tıpkı İslâmcılar gibi İslâm’ın siyasî ve içtimâî hayata da önem verdiğini, “din ve millet birdir” kaidesini de telaffuz ederek vurgulayan Akçura’ya göre İslâmcılığın amacı, bütün Müslüman unsurları aralarındaki soy farklarına bakmaksızın müşterek dinden istifade ile modern mânâsıyla yeni bir millet inşa etmekti[16].
Şahsî kanaatime göre Türkçülerin din-milliyet meselesindeki çözümü bir sacayağına oturmaktaydı. Evvelâ dinî ve millî arasında yaratılan gerilim, dinî olanı da içeren bir millî/millet/milliyet tarifi yapılarak terminolojik düzeyde bertaraf edilmeye çalışılmıştır. İkinci olarak dinî olanı da içeren bu millînin, dinen meşrû olduğu ispatlanmak istenmiştir. Son olarak tarihî ve güncel hadiselerden getirilen örneklerle, millet ve milliyetçiliğin kaçınılmaz bir tarihî ve sosyolojik vakıa olduğu görüşü işlenmiştir. Bu çerçeve içinde Türklerin İslâm’a hizmetlerini vurgulamak, bilhassa İslâm’ı koruyucu misyonlarını öne çıkarmak, ümmet ve millet kelimelerini hem birer kavram hem de işaret ettikleri olgular itibariyle birbirlerinden kesin çizgilerle ayırmak, Türkçülüğe bir ümmet programı hazırlayarak Müslüman milletler arasında dayanışmaya dayalı farklı bir ittihâd-ı İslâm modeli tasarlamak, İslâm dünyasının sömürgelikten kurtulması için milliyetçiliği temel dayanak yapmak gibi yardımcı enstrümanlara da başvurulmuştur. II. Meşrutiyet döneminde kurulan bu teorik çerçeve, Cumhuriyet dönemi Türk milliyetçiliğine tevarüs ederek günümüze kadar süreklilik göstermiş, Türk-İslâm Sentezi ve Türk Müslümanlığı gibi muhtelif modellemelere temel teşkil ederek milliyetçi-muhafazakâr yazarlar tarafında yeniden ve yeniden üretilmiştir. Bu tebliğde Ahmet Ağaoğlu’nun II. Meşrutiyet döneminde kaleme aldığı metinlerden hareketle Türkçülerin İslâm milliyetçilik konusunda ortaya koyduğu model betimlenmeye çalışılacaktır.
* Devam edecek…
** Bu yazı ilk olarak Milliyetçilik Araştırmaları Dergisi’nin Ekim 2020 sayısında yayımlanmıştır.
_____________________
[1] Söz konusu metinler için bakınız: Mehmet Kaan Çalen & Halûk Kayıcı, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Modern Türk Düşüncesinde Milliyetçilik, Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul 2014. Türkçülüğün, İslâmcılık ve Osmanlıcılık karşısındaki pozisyonu için bakınız: Mehmet Kaan Çalen, Osmanlıcılık ve İslâmcılık Karşısında Türkçülük, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2017.
[2] Akçura, 1912 yılında neşredilen bir yazısında Sırât-ı Müstakîm’i Türklüğe hadim süreli yayınlar meyanında zikreder. Akçuraoğlu Yusuf, “Türklük”, Salnâme-i Servet-i Fünûn, İstanbul 1328, s. 188.
[3] Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul 2001, s. 394-399. Bir ara karakter olarak Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi’nin de ismi zikredilebilir.
[4] Mehmed Âkif’in müstear ismi olma ihtimali üzerinde durulmaktadır.
[5] Mehmed Fahreddin, “Son Darbe Karşısında-2 İslâm’da Kaç Milliyet var?”, Sebilü’l-Reşâd, C. 11, Aded: 277, 19 Kânûn-i Evvel 1329, s. 261.
[6] Mehmed Fahreddin, a.g.m., s. 262. Dönemin metinlerinde millet, kavim, milliyet, kavmiyet, ırk, cinsiyet, asabiyet gibi terimlerin kullanımı için bakınız: Mehmet Kaan Çalen, Modern Türk Düşüncesine Bir Derkenar Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2018, s. 29-44.
[7] M. Fahreddin, “Müslümanlıkta Bir Millet Var” Sebilü’l-Reşâd, C. 11, Aded: 279, 2 Kânûn-i Sânî 1329, s. 297
[8] M. Fahreddin, a.g.m., s. 298.
[9] İsmail Kara, Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi, C. 1, İstanbul 2001, s. 45-47; Mehmed Âkif, Düzyazılar Makaleler-Tefsirler-Vaazlar, İstanbul 2011, s. 401-403, 465-466.
[10] Ağaoğlu Ahmed, “Tarihî Devirler Arasında Milliyet”, Türk Yurdu, C. 3, Nu. 17, Mart 1926, s. 537.
[11] “Kavmiyetçilik Hastalığı”, Sebilü’l-Reşâd, C. 18, Aded: 453, s. 131.
[12] Timurtaş, “İslâmiyet Karşısında Milliyetler Türklük”, İctihâd, Nu: 68, 30 Mayıs 1329, s. 1493. Gökalp’in din konusundaki görüşleri için bakınız: Erol Güngör, Sosyal Meseleler ve Aydınlar, İstanbul 2011, s. 57-71; Cevat Özyurt, “Gökalp Milliyetçiliğinde Kurucu Unsur Olarak Din”, Ziya Gökalp Kitabı, Editörler: Cevat Özyurt-Ahmet Tak, Ankara 2015, s. 207-234.
[13] Millet kavramının evrimi için bakınız: Mehmet Kaan Çalen, Modern Türk Düşüncesine Bir Derkenar Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2018.
[14] Ernest Gellner, Milliyetçiliğe Bakmak, İstanbul 2009, s. 227.
[15] Kemal Karpat, Osmanlı’da Değişim, Modernleşme ve Uluslaşma, Ankara 2006, s. 434.
[16] Yusuf Akçura, “Üç Tarz-ı Siyaset”, (Yeni yazıya aktaran Recep Duymaz), Üç Tarz-ı Siyaset Ve Düşünce Akımları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul 2004, s. 171. Din, devlet, siyaset, İslâm ve milliyetçilik konularında Akçura’nın düşünceleri için bakınız: Fatih M. Sancaktar, “Yusuf Akçura ve Din”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, XXI, S.61, Ankara 2005, s.385-398.