9 Nis 2022

Ahmet Ağaoğlu’nda İslâm ve Milliyetçilik İlişkisi – II

Yazar: MEHMET KAAN ÇALEN

II. Milliyetçiliğin Dinen Meşruluğu

İslâmcıların Türkçülere yönelik hücumlarında konuyu bir din ve inanç alanına çekerek Türkçülüğün dinsizlik, milliyetçiliğin/kavmiyetçiliğin de küfür olduğunu ima etmek alışkanlık hâline getirdikleri bir taktiktir. Mesela Süleyman Nâzif, Ağaoğlu ile girdiği tartışmada aynı yola başvurur ve “İslâmiyet’in her türlü revâbıt-ı kavmiyeyi kırarak yerine râbıta-i diniyeyi ikâme etmiş olduğunu” söyleyerek kavmiyet bağlarını tesis etmeye yahut kuvvetlendirmeye çalışanları açıkça İslâm’a karşı olmakla ithâm eder[1]. Hatta “Bizim gâye-i hayâlimize bin üç yüz seneden beri Hazret-i Muhammed şeref-bahş oluyor, bunun yerine Cengiz’i ikâme edemeyiz!” şeklindeki sözleriyle iddiasını en uç noktalara kadar götürerek Türkçüleri adeta yeni bir din vaz’ etmekle suçlar[2].

Benzer şekilde Ahmed Naim de “davâ-yı kavmiyet tartışmasında” milliyetçiliğin Şeriat’a aykırı olduğunu, “davâ-yı cinsiyetin şer’an mezmûm ve merdûd” olduğunu, “taraf-ı Hakk’tan nehyedilmiş” bir yol olduğunu söyler. Çeşitli âyet ve hâdislerle de iddiasını desteklemeye çalışır. Ahmed Naim için Türkçülük, imanı zayıf kişiyi dinden çıkaracak, dindâr bir insanın da ahiretini tehlikeye sokacak evsafta büyük bir günahtır[3].

Tamamını oku. »

5 Nis 2022

Ahmet Ağaoğlu’nda İslâm ve Milliyetçilik İlişkisi – I

Yazar: MEHMET KAAN ÇALEN

I. Türkçülük ve İslamcılık Arasında Uzun İnce Yollar

Meşrutiyet yılları, üç kimlik siyasetinin, yani hususî isimleriyle Osmanlıcılık, İslâmcılık ve Türkçülük’ün aynı politik evreni paylaştıkları, birbirleriyle etkileşime girdikleri, rekabet ettikleri, tartıştıkları bir zaman dilimi olmuştur. Türkçülerin Osmanlıcılar ve İslâmcılar ile girdikleri tartışmalar II. Meşrutiyet dönemi Türk düşüncesinin canlı ve bereketli bir tarafını teşkil eder. Yusuf Akçura ile Ali Kemâl arasında 1904 senesindeki Üç Tarz-ı Siyaset tartışması ile başlayıp Meşrutiyet yıllarında Türk Yurdu ve Peyâm sayfalarında devam eden Osmanlılık-Türklük tartışması, İslâmcı Babanzâde Ahmed Naim ile Türkçü Ahmed Agayef (Ağaoğlu) arasında cereyan eden “İslâm’da davâ-yı kavmiyet” tartışması ve yine Ahmed Ağaoğlu ile İslâmcılıkla melezlenmiş yeni bir Osmanlıcılık versiyonunu dillendiren Süleyman Nazif arasındaki tartışma meşhurdur[1]. Söz konusu tartışmalarda Türkçülerin diğer iki rakip cereyanın hücumlarını karşılarken ileri sürdükleri argümanlar Türkçü fikriyâtı anlayabilmek adına fevkalade kıymetlidir. Bilhassa İslâmcılar ile cereyan eden tartışmalarda Türkçülerin sözcüsü olan Ağaoğlu’nun metinleri temsil edici niteliktedir ve Cumhuriyet döneminde Türk-İslâm sentezi ve Türk Müslümanlığı gibi söylemlere evrilecek olan çizginin kökleri açısından mühimdir.

Tamamını oku. »

14 Mar 2022

Düşmeye ve Kalkmaya Dair Kendime Notlar

Yazar: MEHMET KAAN ÇALEN

Kalktım! Nereden ve nasıl kalktığımın önemi yok. Düştüğüm bir yerden kalkmakla derin bir uykudan kalkmak farksız benim durumumda. Kalktım. Kalktım ve kendimi yokladım, kafamı, kafamın içindekileri… Kalktım ve düşüncelerimi; öğrenilmiş, ezberlenmiş, zihnimin tam orta yerinde bir mabede dönüşmüş düşüncelerimi; eski sorularımı ve eski hazır cevaplarımı yokladım. Yoktular. Hem vardılar, hem yoktular. Ölmüşlerdi ama cesetleri hala orta yerde duruyordu. Ağır cesetleriyle zihnimi işgal etmeye devam ediyorlar… Vakit ölüleri gömme vakti, ölülerimi, öldürdüklerimi… Ne kadar da çok ölü var, ne kadar da çok ceset… Ne kadar da ağır bir başım varmış eskiden, kafam ne kadar da ağırmış, ne kadar da kalabalıkmış içim… Bir tek ben yokmuşum, ölüler içinde yitirmişim benimi, ben diye başka benlerde öldürmüşüm… Ben benim diyememişim bir türlü. Bu mıntıka temizliği boşaltılmış, arındırılmış bir zihinde yeni bir ağırlık yaratır mı? Boşluğun, hiçliğin ağırlığı… Bu boşluğu doldurmak adına yeni yeni müstakbel ölüler edinecek miyim? Umarım edinmem. Kendime söz veriyorum, artık “ölüler edinmeyeceğim”. Ey sevgili kendim, artık ben olmaklığımdan vazgeçmeyeceğim.

Tamamını oku. »

10 Mar 2022

Moša Pijade “Balkan Federasyonu Meselesi Üstüne” Çeviri Çalışması – I

Yazar: EMRE DESOVALI

Moša Pijade ya da Janko Amca, 4 Ocak 1890’da Belgrad’da doğmuş 15 Mart 1957’de Paris’te ölmüştür. Yugoslav Halkın Kurtuluş Mücadele’sinin bir katılımcısı, devrimci, ressam, gazeteci ve sanat eleştirmeni, Federal Cumhuriyet’in sosyo-politik işçisi olmuştur. Yugoslavya Halk Cumhuriyeti ve Sırbistan Halk Cumhuriyeti, Yugoslavya Halkın Kurtuluşunun Anti-faşist Meclisi’nin İkinci Oturumu ve Federal Yugoslav Halk Cumhuriyeti’nin ilk Anayasasının kararlarının oluşturulmasına katılmış, Yugoslav Halk Ordusu’nun Tümgenerali ve Yugoslavya’nın ulusal kahramanıdır. Gençliğinde ressam, sanat eleştirmeni ve yayıncı ile bilinen Pijade aynı zamanda Karl Marx’ın Das Kapital’ini Sırp-Hırvatçaya çevirmesiyle de tanınmaktaydı

Yugoslavya Krallığı’ndaki eski rejim sırasında açığa çıkan Marksist ideoloji üzerinde büyük bir etkisi olduğu düşünmüş, temelleri 1920’de atılan Yugoslav Komünist Partisi’ne 1920’de katılmıştır. 1925’te yani I. Dünya Savaşı’ndan sonra devrimci faaliyetleri nedeniyle 20 yıl hapis cezasına çarptırılmış, 14 yıl sonra yani  1939’da terhis olmuş ancak 1941’de Bileća kampında tekrar hapsedilmiştir. Yugoslavya’nın işgalinden sonra serbest kalmış, Tito liderliğindeki Komünist Direniş Hareketi’nin partizanlara katılmıştır. 1941 yazında işgal altındaki Karadağ’da İtalyan işgalcilere karşı ayaklanmanın liderlerinden biri olmuş, Komünistler daha sonra muhaliflere ve inatçılara karşı terör kampanyaları ve yargısız infazlar yürütmesiyle tanınmıştır. Tamamını oku. »

8 Mar 2022

Etno-Seküler Tasarımdan Etno-Dinsel Tasavvura: Mahzun Mabedden Camii Kebire Ayasofya’nın Dönüşümü – IV

Yazar: YUSUF ZİYA BÖLÜKBAŞI

SONUÇ

Ayasofya, İstanbul’un fethinden sonra fethin nişanesi olarak camiye çevrilen, Roma ve Bizans’la birlikte Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde İstanbul’un simgesi olmuş, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan tarihi bir yapıdır. Ancak bunun ötesinde, ihtiva ettiği anlamlar ya da bu anlamları inşa eden yaklaşımlar vasıtasıyla sembolleşmiştir. Bu sembolün kimlik tasavvuruna ilişkin nitelikleri ise hangi açıdan inşa edildiğine bağlı olarak değişir. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışı neticesinde elde kalan Anadolu ve küçük bir Rumeli toprağı üzerinde Türk tarihinin ilk ulus-devleti olan Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Cumhuriyeti kuranlar, eldeki insan malzemesiyle bir Türk ulusunu inşa etti. Bağımsızlığın kazanılması, Cumhuriyetin kurulması ve Türk ulusunu inşa eden fikir sistemi Türk milliyetçiliği olup, çağdaşlarına uygun bir şekilde, yani Batı’da olduğu gibi seküler bir niteliğe sahipti. Özellikle otuzlu yıllardan itibaren, zaman boyutunu Türk Tarih Tezi, mekân boyutunu Anadolu coğrafyasının oluşturduğu etno-seküler bir Türk kimliği inşa edilmek istenmiş, bu minvalde Osmanlı’nın cihanşümul devlet tasavvurundan vazgeçilerek teritoryal, Batılı tarzda biçimlenmiş bir ulus-devlet ortaya çıkmıştır. Yeni Türk kimliği için ise öteki olarak Osmanlı-İslam kimliği konulmuştur. Bu biyografik hikâyeden bahsedilmesinin sebebi Ayasofya’nın bahsedilen dönemde müzeye dönüştürülmüş olmasıdır. Sembol ve mekân kodu bakımından yeni rejim Ayasofya’ya seküler bir nitelik katmak istemiştir. Burada erken Cumhuriyet dönemindeki uygulamaları yermek ya da övmek gibi bir anlam çıkmamalıdır. Neticede Ayasofya’nın tapusu ve tasarruf hakkı, zamanın ruhuna uygun bir şekilde yeni bir devlet kuran ve milli kimlik inşa eden Türk devletine aittir. Tamamını oku. »

7 Mar 2022

Etno-Seküler Tasarımdan Etno-Dinsel Tasavvura: Mahzun Mabedden Camii Kebire Ayasofya’nın Dönüşümü – III

Yazar: YUSUF ZİYA BÖLÜKBAŞI

2.2. Ayasofya’nın İdeolojik Konsolidasyonunda Öteki İmajı: Negatif Batı Tasavvuru ve Onun Yerli İşbirlikçileri

Bütün kimlik inşalarında, “ben kimim?” sorununun cevabı aranırken, cevap “öteki”nin kim olduğu üzerinden kurgulanmaktadır. Yani bir kimlik inşası için öncelikle “öteki”yi belirlemek, “biz” olgusunun ne olduğunun anlaşılması için elzemdir. Kemalizm’in kimlik paradigması için öteki Osmanlı-İslam unsurları olmuş, böylece Batılı-seküler Türk kimliği bu unsurlara karşı inşa edilmişti. Türk sağını oluşturan fikir akımları ise ötekiyi Kemalist uygulamalar olarak kurgulamışlar, “biz” unsurunu Osmanlı-İslam kimliği çerçevesinde şekillendirmişlerdir. Ayasofya, Türk sağı için kimlik tasavvurunda kullanılan bir sembol olmasının yanında, kendi ötekisini üretebilme niteliğine de haizdir. Bu üretimin başlangıç noktası Ayasofya’nın müzeleştirilmesine ilişkin komplo teorilerinde görülmektedir. Türk Sağı tarafından Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesine ilişkin açıklamalara hiçbir zaman itibar edilmemiş, yeni rejimin seküler mekân algısı ise yeterli bir neden olarak görülmemiştir. Ayasofya’nın cami hüviyetinden çıkarılmasına ilişkin çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Bunlardan bazıları Batı’nın Bizans’ı yeniden diriltme ve misyonerlik faaliyetleri olarak ifade edilirken, bazıları da Yunanistan’la gizli bir anlaşma yapıldığı ya da Lozan’da zabıtlara geçirilmeyen bir söz olarak Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarıldığına ilişkindir. Masonlar ise bu konuda suçlanan bir diğer yapıdır. Daha ileri boyuttaki komplo teorisine göre Ayasofya’daki duvarlarda mozaikler bulunmamaktadır, bunlar daha sonra Ayasofya’nın restorasyonunda çalışan Hristiyanlarca yapılmıştır. Ancak bu komplo teorileri bazen yaşanan gelişmelerin etkisiyle daha çok güçlenmekte ya da taraftar bulabilmektedir. Papa IV. Paul 1967 yılında Türkiye’yi ziyaret etmiş, bu esnada Ayasofya’ya gitmiş ve orada diz çöküp dua etmiştir. Bu durum milliyetçi-mukaddesatçı camianın tepkisini çekmiş, Ayasofya’nın müzeleştirilmesinin temel gayesinin onun tekrar kiliseye döndürmek olduğu düşünülmüştür. Bu durum Türk sağının değişik kesimlerince protesto edilmişti hatta Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) üyesi öğrenciler Ayasofya’nın önünde namaz kılmışlardı (Özekmekçi, 2020: 284-285, 296). Tamamını oku. »

3 Mar 2022

Etno-Seküler Tasarımdan Etno-Dinsel Tasavvura: Mahzun Mabedden Camii Kebire Ayasofya’nın Dönüşümü – II

Yazar: YUSUF ZİYA BÖLÜKBAŞI

2.1. Fetih ve Fatih: Devlet-i Ali’nin Ayasofya’sı

Türk sağını oluşturan fikir akımları içinde Ayasofya temasının en fazla işleniş biçimi, onun Osmanlı mirası olarak üstlendiği roldür. Bu bağlamda İstanbul’un fethi ve Fatih Sultan Mehmet figürü, Ayasofya’yı milliyetçi-mukaddesatçı camia açısından ideolojik yapılarına uygun bir sembol haline gelmesini sağlamaktadır. Azak (2014: 248-249), Ayasofya konusu özelinde yapılan İstanbul’un fethi, Fatih ve şanlı Osmanlı geçmişi vurgularını “Osmanlıcı milliyetçilik” olarak nitelemekte ve Türk sağını oluşturan fikir akımlarının tarih telakkisinde Osmanlı’nın ön plana çıkarılmasının sebebi olarak İslam’ın Hristiyanlık karşısında elde ettiği zaferlerin en çok bu dönemde görülmüş olduğunun altını çizmektedir. Ayasofya’nın açılmasına yönelik talepler ve dini söylemlerin arkasında İslamcı bir çıkıştan ziyade, yukarıda da ifade edilen –Fetih ve Fatih temaları- Türklük ve İslamiyet’in sentezinden oluşan bir milliyetçilik tasavvuru etkilidir. Bu yüzden Ayasofya’nın sembolik olarak işaret ettiği önemi, rejim karşıtlığı ya da irtica olarak adlandırmaktan ziyade, milliyetçilik olarak değerlendirmek yerinde olur. Nitekim Türk sağı için bir dava olan Ayasofya meselesinin itici gücünde ise Fatih figürünün ilham verdiği fetihçi zihniyet bulunmaktadır. Ancak burada Azak’ın ifade ettiği görüşleri değerli olmakla birlikte “Osmanlıcı milliyetçilik” kavramı sorunlu bir kavramdır çünkü bu söylem Osmanlı’yı ayrı bir milliyet olarak inşa etmektedir. Ayrıca kimliğin zamansal boyutunu oluşturan tarih anlayışı, her bir hanedanlık için ayrı bir milliyetçilik anlayışı ifade etmez, eğer bu yaklaşım geçerli olsaydı Türk tarihini oluşturan her bir devlete göre farklı milliyetçilik anlayışlarına sahip olmamız gerekecekti –Selçuklu milliyetçiliği, Göktürk milliyetçiliği ya da Hun milliyetçiliği gibi-. Bunun yanında Türk sağını oluşturan ideolojilerin kimlik algısında Osmanlı dönemini daha çok ön plana çıkarmaları, onların Osmanlıcı milliyetçilik yaptıklarını gösteriyorsa, Kemalist milliyetçiliği de Hitit milliyetçiliği biçiminde değerlendirme sonucunu doğurur. Tamamını oku. »

« 1 2 3 4 5 »