3 May 2023
“Kahrolsun İstibdâd” yahut Neo-İttihatçılık ve Modüler Milliyetçilik Üzerine Notlar
I. İmparatorluğun Yetimleri: Yakın tarihin pek çok aktörü, grubu, mahfili farklı ideolojik kesimler tarafından seçilmiş, temellük edilmiş, sahiplenilmiş, simgeselleştirilerek yeniden kurulmuş olsa da İttihatçıları sahiplenen bir kesimden bahsetmek sanırım pek mümkün değildir. Onlar adeta yakın tarihimizin lanetlileridir. İmparatorluğu “yıkmanın” bütün günahları onların amel defterine yazılmış, bütün faili meçhul suçlar onların siciline işlenmiş durumdadır. “Ulu Hakan”ı tahtan indirmek, Turan hayaliyle ülkeyi Birinci Dünya Savaşı’na sürüklemek, Sarıkamış faciası, komitacılık, siyasal cinayetler, darbeler, sopalı seçimler, otoriterlik, tek parti rejimi, “etnik temizlik”, masonlarla iş birliği, pozitivizm, toplum mühendisliği, paramiliter gençlik örgütleri kurmak, Atatürk’e suikast tertiplemek şeklinde uzayıp giden “suç listesi” İttihatçıları resmî ve gayri resmî tarih anlatılarında, dolayısıyla toplumsal hafızada pek de sevimli bir yere koymuyor. Hemen bütün ideolojik geleneklerde durum böyledir. Türkçü/milliyetçi/ülkücü, İslâmcı, Kemalist, sosyalist tarih anlatıları olumsuz İttihatçı imgesini farklı cephelerden hep birlikte yontarlar. İttihatçılığı aşikâr fakat kamusal kabule mazhar olmuş olan bazı isimlerin de İttihatçı geçmişleri suskunlukla geçiştirilir, hasır altı edilir, hafıza-i beşerin nisyan ile malûl bölgelerine doğru itilir; bu mümkün olmadığında da söz konusu isimler ucuz tevillerle İttihatçılıktan arındırılarak, dezenfekte edilerek, onları İttihatçıların günahlarından temize çıkaracak gerekçeler icat edilerek, pür ü pak bir şekilde yeniden yaratılırlar. Talat ve Enver Paşalara bu noktada gayet işlevsel bir rol biçilir. İttihatçıların günahları da daha ziyade bu iki isme yüklenir, günah envanterinden büyük hisse bu iki ismin payına düşer. Tabii olarak bu iki isme veya İttihatçılara dair olumlu bir imge, bir suç ortaklığının, mesela Osmanlı aleyhtarlığı veya Atatürk düşmanlığının karinesi olarak kabul edilebilir, İttihatçılara iliştirilen etiketlerden biriyle anılmaya yol açabilir. İttihatçılara dair İslâmcı, milliyetçi, muhâfazakâr anlatılara bakılırsa, İttihatçılar olmasaydı Osmanlı İmparatorluğu tıpkı “devlet-i ebed-müddet” deyiminde olduğu gibi dünya durdukça yaşayacak, dünyada imparatorluklar çağı da bir bakıma kapanmamış olacaktı.
II. İttihatçı Bıyığı: Milliyetçiliğin Türkçü ve Ülkücü versiyonlarının tarih anlatılarını inşa eden kanonik metinler ile Nihal Atsız, Alparslan Türkeş, Dündar Taşer, Erol Güngör gibi kurucu isimler tarafından, İttihat ve Terakki’nin genel olarak Türk sağının geniş yelpazesinde paylaşılan olumsuz çağrışımları yeniden üretilmiş ve aslında İslâmcı-muhafazakârlığın İttihat ve Terakki algısından çok da farklı olmayan İttihatçılık aleyhtarı bir söylemin uzun yıllar dolaşımda tutulmuş olmasına rağmen, son yıllarda milliyetçi çevrelerde bir İttihatçılık mitosunun yaratıldığı görülmektedir. Kalpaklarla, İttihatçı bıyıklarıyla, eski yazıyla “Allah, vatan, namus, ittihâd” yazan bayraklarla, çeşitli anma ritüelleriyle, Enver ve Talat Paşaların resimleriyle milliyetçi geleneğin aşina olmadığı yeni bir simgesel evren yaratılmaktadır. Milliyetçi çevrelerin İttihat ve Terakki’ye bakışındaki bu değişim, zeminini büyük ölçüde Enver Paşa’nın Turancılığında ve Türkistan harekâtında bulmuştur ki milliyetçi olmayan hemen bütün çevrelerin Enver Paşa’nın Turancılığına yüklenmesi bu bağlamda korumacı bir refleks yaratmış olabilir. Zaten milliyetçi gelenek içerisinde bu refleksi doğurabilecek bir çelişki mevcuttu: Bir yandan İttihat ve Terakki olumsuzlanırken diğer yandan İttihat ve Terakki’nin ideoloğu ve Merkez-i Umûmî âzâsı olan Ziya Gökalp, milliyetçiliğin ve Turancılığın kurucu babası olarak ululanmaktaydı. Mesela İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni bir çete gibi gören Erol Güngör, ilmî ve fikrî planda kendisini Gökalp geleneğine mensup addedebiliyordu (2002: 19, 53, 109).
III. İttihatçılık versus Jön Türklük: Enver Paşa’nın, doksanlı yılların sonlarında yayımlanan bir Ülkü Ocağı dergisinin kapağına, “Turan Soylu Yiğit Savaşçı Seni Unutmadık” döviziyle birlikte taşınması, değişen İttihatçılık söylemi açısından belki bir milat gibi alınabilir. Şüphesiz Nevzat Kösoğlu’nun “Şehit Enver Paşa” kitabı da bir eşiği atlamak adına fevkalade mühimdir. Böylece İttihatçıların temsil ettiği İmparatorluğun son nesli ile 12 Eylül öncesinin Ülkücü nesli arasında idealizm ve vatan müdafaası bağlamlarında benzerlik kurmak bir klişeye dönüşecektir. Jön Türklük ile İttihatçılık ayrımı da icat edilince, neo-İttihatçılığın önündeki bütün psikolojik engeller kalkacak ve tek yazarlı, çok yazarlı, telif, kolektif, popüler, akademik, yarı akademik, belgesel, kurmaca vs. birçok İttihat ve Terakki, Enver Paşa, Talat Paşa konulu kitaplar sökün edecek, özel dergi dosyaları çıkarılacak, hatta sosyal medya hesapları açılacaktır. Nihayet Türkiye Günlüğü dergisi editörü Mustafa Çalık, İttihatçılığı, yerlici-millici bütün ideoloji ve ethosları kuşatacak bir şemsiye şeklinde tasarlayarak yeni bir söylemin kalıbına dökecektir. Böylece İttihatçılık; yerlicilik ve millicilik adına ihtiyaç duyulan her şeyin tedarik edilebildiği bir fikir kırkambarına dönüşecek, ardına “ama” koymak suretiyle Türk sağının temel bileşenlerini, tam da buharlaşmaya başladıkları bir ortamda yeniden tanımlayıp üretmenin imkânını temin edecektir. “Milliyetçilik, evet, ama…”, “Ülkücülük, evet, ama…”, “muhafazakârlık, evet, ama…” gibi bir retorik yavaş yavaş oluşmaya başlayacaktır.
IV. Talat Paşa’nın Dönüşü: Enver Paşa’nın Turancılığına dönük eleştiriler nasıl yeni bir Enver Paşa imgesinin üretilmesiyle neticelendiyse, bir dönemin resmî dilini de dönüştüren “Ermeni Açılımı” da yarattığı tepkiyle, Talat Paşa’nın geri dönüşüne, daha doğrusu milliyetçiliğin kadrosuna transfer edilmesine yol açtı. 2010’lara kadar milliyetçi panteonda Talat Paşa yer almamıştır, aslına bakılırsa milliyetçi düşünce geleneği bağlamında düşünürsek yer almasını gerektirecek bir durumu ve özelliği de yoktur. Ancak “Hepimiz Ermeniyiz” gibi çıkışlara karşı bilhassa Tehcir kararının yıldönümlerinde sosyal medyadaki milliyetçi profiller Talat, Cemal, Enver ikonlarıyla bezenmeye başladı. Neo-İttihatçılık bu suretle, Türk milliyetçiliğinin kadrosunu, pasif ve içe kapalı değil, yedi düvele karşı çarpışan, oyun bozan, oyun kuran, bölgesinde aktif, küresel iddiaları olan, operasyonel bir devlet milliyetçiliğinin ihtiyaçlarına göre genişletmiştir.
V. Modüler milliyetçilik: Can Kozanoğlu, “Bıçkın ve Ağlak” isimli söyleşi kitabında, doksanlarla birlikte parçalanan kimliklerimizin yerli ve millî bir postmodernizm yarattığını ifade ediyor. Bu bağlamda söyle der: “Gerçekten de pek alışkın olmadığımız kimlikleri, tercihleri bir arada görmeye başlıyoruz. İki olgu belirginleşiyor. Bir, edinilmiş kimlikler ve verili kimlikler önem kazanıyor. İki, daha önce birbirleriyle bağdaştırılamayan kimlik ve simgeler aynı hayatların içinde yer bulabiliyor.” (2018: 206)
Bu sürecin etkilerini, benzer bir parçalanmayı milliyetçilerde de görmek mümkündür. İttihatçılık mitosları; vatan, namus, ittihâd, kalpak, bayrak, revolver romantizmi; Enverizm; Başbuğ Atatürk ve 30’lu yılların Kemalist söylemi; laisizm; elitizm; Atsızcılık; modernist ve seküler bir söylemin içine yedirilmiş millî bir Mâtürûdî ve Yesevî İslam; Şamanizm; Turancılık; ülkücülük; muhâfazakârlık; gelenekçilik, millî özcülük, kültürcülük; modern hayat tarzı ve modernliğe ait göstergeler; bozkır romantizmi; çelişik tarih yorumları; kentli, parçalanmış ve modüler bir milliyetçiliğin, içinden seçilip bir araya getirilebilecek ve normal şartlarda bir kısmı yan yana getirilemeyecek olan kimlik bileşenleri hâline geldi. Böylece İslâmcı muhâfazakârlığa tepki gösterirken Kemalist, elitist, modernist, seküler ve hatta deist bir tavra doğru salınmak, ancak duruma göre de Kemalizm’e karşı Enverist bir çıkış yapmak veya gelenekçi ve muhâfazakâr bir duruşa bürünmek veyahut “Arap Müslümanlığının” karşısında dönüştürülmüş ve çarpıtılmış Mâtürîdî ve Yesevî imgeleri üzerinden bir “Türk Müslümanlığını” dillendirmek; yerleşik Avrupa medeniyetine karşı bozkır medeniyetini öne sürmek fakat ülkenin taşralı muhafazakârlığına karşı da kentli ve batılı değerlere yaslanmak gibi çelişik durumları modüler milliyetçiliğin kimlik büfesinden seçeceğiniz unsurlarla kurmak, kurup yeniden bozmak, bozup yeni şartlara göre yeniden yapmak, bu çelişik durumların hepsini aynı anda ve hep birlikte deneyimlemek, gözlemlemek artık mümkün oldu. Özellikle anlık ve dönemsel tepkileri ifadeye büründürmenin seçenekleri arttı.
VI. Başbuğ Enver versus Başbuğ Atatürk: Birbirinden kopuk olmayan, etkileşim içinde olan, aynı topraktan beslenen, birçok müştereği paylaşan, birçok konuda iç içe geçen, suyunu aynı havuza boşaltan fakat yine de ince bir sınır çizgisiyle belirginleştirilebileceğini düşündüğüm milliyetçilik içerisindeki iki eğilimi, neo-İttihatçılık bağlamında imlemek mümkündür. Sanırım, Türkçü ve Atsızcı kesimde, İttihat ve Terakki ve Enver Paşa dışlanmamakla birlikte “Başbuğ Atatürk” söylemi ve çeşitli Kemalist-modernist-laisist milliyetçi figürler daha ön plana çıkarken, ülkücü tabandan gelenler daha yerlici-millici bir zeminde neo-İttihatçı ve Enverist bir söylemi benimsemektedirler.
VII. Ucu Kıvrık Bıyık versus Sarkık Hilâl Bıyık: Neo-İttihatçılığın, Türkçülük ve ülkücülük arasında kısmen farklılaşan yeni eğilimleri belirginleştirmek kadar ülkücü kesimin kendi içinde derinden derine işleyen farklılaşma dinamiklerini de işaretleyemeye yarayabileceğini düşünmekteyim. İttihatçı olmak biraz da olsa okumuş olmayı, mürekkep yalamayı, kitaplara dokunmayı, kalem tutmayı, tarihle ilgilenmeyi gerekli kılıyor. Bu bağlamda neo-İttihatçılık, klasik taşra milliyetçiliğinden bir ayrışma, kendini farklı ve daha yukarıda bir yere koyma arayışına tekabül ediyor olabilir. Vücut diliyle de olsa, simgelerle de olsa, ucu kıvrık bıyıklarla da olsa “Ülkücüyüm, milliyetçiyim ama onlar gibi, herkes gibi değil; benimkisi daha sofistike, daha entelektüel, daha kentli, özgül bir ülkücülük-milliyetçilik modeli” demeyi mümkün kılan bir farklılaşma arayışı olabilir neo-İttihatçılık.
VIII. Milliyetçiliği yeniden büyülemek: Son tahlilde neo-İttihatçılık, tarihte hakkı yenmiş olduğu düşünülen bir gruba hakkını iade etmeye çalışan bir tarih yorumu, bir tarihsel hakikat iddiası/arayışı değildir; bir gelenek icadı, bir kimlik inşası, bir yaşam tarzı tasarımıdır. Bu itibarla neo-İttihatçılık, sürekli tarihsel gerçeklere atıfla konuşsa da, yalan tarihi düzeltme misyonu taşısa da tarih ve tarihsel İttihatçılık hakkındaki anlayışımızı arttırmayacak, aksine onu bağlamından kopararak başka bir yere götürecek, idealize edecek, anlaşılmaz ve tanınamaz kılacak, gizleyecek, üstünü örtecek, mistifikasyona uğratacaktır. Türk milliyetçiliği özelinde ise asıl sorun, sınırlı bir çevrede mitsel bir işlev görerek büyü bozumuna uğramış milliyetçiliği belki yeniden büyülemeye yarayabilecek olan İttihatçılık jargonunun, günümüz Türkiye’sinde bir karşılığının olup olmadığı, Türkiye’nin sorunlarına dair ne söyleyebileceği, bu sorunların İttihatçı bir kafa yapısı ve yöntemle çözülüp çözülemeyeceğidir. Buradan, yıllardır ülkenin kan vergisini sürekli belli bir kesimin üstüne yıkan, hem de o kesim tarafından gönüllü bir biçimde üstlenilen bildik sonucu yeniden üretip tahkim etmekten başka bir şey çıkmayacağı kanaatindeyim.
IX. Hâmiş: Yoksa neo-İttihatçılık düşünce üretememenin, toplumu ve dünyayı okuyamamanın, gidişatı anlayamamanın, teklif sunamamanın, hayata dair bir şeyler söyleyememenin, günü ve gündeliği kaçırmanın, toplumsalı ıskalamanın, eski sorulara yeni cevaplar verememenin, eski cevaplar üzerine yeniden düşünememenin, yeni sorular soramamanın sebep olduğu yeni bir kaçış mı?
X. Dipnot: Modüler milliyetçiliğe, seçmeciliğe ve gelenek icadına manidar bir örnek teşkil etmesi açısından hatırlatmakta fayda var; Neo-İttihatçıların bir nevi millî marşı mesabesinde olan ve “Elveda Rumeli” dizisinden bildiğimiz “Bozdoğan Şarkısı”nın bestesi, güftesi ve yorumu Erdal Güney ve Kemal Sahir Gürel (Grup Yorum’un kurucularındandır) gibi sosyalist sanatçılara aittir. Sanatın birleştirici gücü mü yoksa sadece neo-İttihatçı duyarlığın estetik açığından doğan bir ikâmecilik mi?
XI. Sonnot: Bu yazı ilk defa “Türkiye Notları” dergisinin 17 numaralı “Mayıs-Haziran 2021” sayısında yayımlanmıştı. Yazının yayımından sonra geçen iki yıl içerisinde “kahrolsun istibdâd” şeklinde bir siyasal gelenek icadına şahit olduk. Türkiye’nin toplumsal hafızasından silinip kaybolmuş bir kavram üzerinden siyasal söylem üretmek, aslında siyaset, fikir ve kavram üretemiyor oluşun bir göstergesi olarak bu yazının “VIII, IX ve X” numaralı kısımlarındaki iddiaların o kadar yanlış olmadığına yorulabilir sanırım. Hâlâ II. Abdülhamid ve İttihat ve Terakki çıkmazında debelenmeye mahkûm edilişimiz ise sadece komiktir.
XII. Son Söz: Neo-İttihatçılık gibi sığ bir söyleme teslim olmak yine/yeni “bir yerli ve millî sömürüye”, yine/yeni “bir yerli ve millî acıya”, yine/yeni “bir yerli ve millî ölüme” razı olmaktan başka bir şey değildir. Bütün fedâ ideolojileri gibi İttihatçılık da genellikle başkalarında, başkalarının çocuklarında hoşa giden bir haslettir. Bu bağlamda neo-İttihatçılığın ve bâhusus milliyetçiliğin ekonomi politiğine bakmak, sınıfsal analizini yapmak, İttihatçı rolü biçilenler için elzemdir…
____________________
Kaynakça
Can Kozanoğlu (2018). Bıçkın ve Ağlak, Söyleşi: Mirgün Cabas, Can Yayınları: İstanbul.
Erol Güngör (2002). Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Ötüken Neşriyat: İstanbul.
“Bozdoğan” şarkısını dinlemek için:
https://open.spotify.com/track/23doxx30J0lrF9WNfzsmoc?si=0493e5da52fa499c