21 Oca 2022
İncire ve Ekmeğe Dair Notlar
Kur’an-ı Kerim’de “Vettiyni vezzeytuni.Ve turi siyniyne.Ve hazelbeledil’emiyni” yani “Yemin olsun incire ve zeytine, Sina Dağına ve bu güvenli şehre” ayetiyle başlayan Tin Süresi ile dikkat çekilen, İsa’nın yolunda bedduaya tuttuğu, Adem’in yaprağına sarıldığı, Goethe’nin “İlk baharın çiçeklerini mi, yoksa sonbaharın meyvelerini mi istersin? Süslenmek, mahfuz veya sarhoş olmak mı istersin? Bir kelime ile arz ile semayı mı istersin?” sorusuna vardığı, Sakunta’nın yazarı Kalidasa için mukaddes bolluğun temsilcisidir incir.
Aziz Nesin’in Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz adlı eserinde romana adını veren Yaşar, düştüğü hapishanenin ilk gününde nasıl yaşamadığını, o, üç yaşında iken doğan beşik kertmesi Anşe’yle nasıl evlendiğini anlatır. Bu anlatısında töresi gereği kız istenirken başlık verildiğini ve bu başlık pazarlığının evin avlusunda, kuyunun başında ya da incir ağacının altında yapıldığını söyler. Daha sonra incir ağacının dallarına, gelinin eşyalarının, kumaşlarının asıldığından bahseder.
Adem ve Havva’nın İncir ağacı altında bozduğu anlaşmanın bilinci, incir kabuğunu doldurmayan şeylerin önemsizliği, incirin babadan zeytinin anneden geldiği öğretisi, bir çuval incirin berbat edilmesi, gölgesi cinlerin sofrası haline gelen incir ağacının ocağına dikilmesinden dert yanılması, Yaşar’ın aşık olduğu kızın eşyalarının incir ağacında teşhir edilmesi, Ege’de ‘yemiş’ ismiyle anılıp, bilincin sandığında saklanılan bu incir ekmek kadar ince ve önemli bir yere sahiptir diyarımızda…
Eskilerde, çok da uzak olmayan, nimeti yerde bırakmayıp baş üstüne koyanların, rızkını helalinden arayanların, kısmetini sabırla bekleyenlerin, nasibine ve kaderine teslim olanların, vakitlerini hatırlayanların, razı olup rızayı kollayanların, pencere önüne dizilen sardunyaların, başları okşanan fesleğenlerin, günü hazır karşılayanların döneminde, evin en küçüğünün almakla görevle olduğu, pencerelerden sarkan sepetle yukarı çekilen ekmek ise daha insanca ve kutsaldır.
Üzerine antlar içilmiş, kutsal kitapla bir tutulmuştur ekmekler. Nitekim ya ekmek çarpabilir yemin eden kulu ya da Mushaf!1 Ekmekler öpülüp başlara konmuştur, yaşlı bir eli ya da kutsalı öper gibi ya da küçük bir suda ıslanıp kuşlara sunulmuştur. Şair Ümit Yaşar’ın “Bütün istediği şu insanların / İnsanca yaşamak / İnsanca ölmek / Biraz hürriyet /Biraz sevgi /Biraz ekmek.” mısralarıyla andığı ekmek, ‘sana taş atana ekmek at’ öğretisi, aslanın ağzındaki yeri, ayıplanmak istenen birinin ekmeğinin elden suyunun gölden gelmesiyle anılması, taşını sıksa suyunu, hamurunu tutsa ekmeğini çıkaran yiğidin marifeti, merdin ekmeğine kan doğrayanın zulmü ile ekmek değerli ve önemli bir yere sahiptir.
Balkanların küçük bir köy evinde yastığın altında saklanırsa kişiyi kötü ruhlardan koruyacağına inandıran, Rusya’nın bir kilisesinde sunulan şaraba yoldaş olan yahut Polonya’nın bir köşesinde Yahudi bir babanın duasıyla çocuklarına pay edilen ekmek belki de inciri hiç görmemiş insanın işleyen elinin tarihi kadar eski bir yol arkadaşı ve kutsalıdır.
Eli-emeği temsil etmesinden, tarım toplumu olmamızdan mı, İsa’nın etinden mi yoksa Halil İbrahim’i tanımamızdan mı gelir bilmem ama ekmek ayrı bir yere sahiptir ve belden yukarıda taşınır buralarda. Zira bel, temiz ekmeğin yanında fazlasıyla günahkardır.
1 – “Ekmek-Mushaf çarpsın ki (…)” ile başlayan ve süren yeminleri hemen hepimiz duymuşuzdur.