19 Kas 2023
Ahmet Hamdi̇ Tanpinar’in Tari̇h Düşüncesi̇ – III
Bahsini ettiğimiz nitelemeler ve hafıza duygusu kimliği oluşturacak zeminin temelini oluşturacak ki Tanpınar “kim bilir, belki de bir gün hatırlaya hatırlaya kendimizi yaratacağız”der. Zira insan her haliyle işleyen üreten hatta yaşadığı her olayla dünyaya izini bırakan, hatta Tanpınar’ın etkisinde olduğunu söylediği Freud’un işaret ettiği insan bilinç altı kavramının dışında bilinçli hareket eden bir canlıdır..
“Takvimler zamanın hakiki çehresini verirler”[1] diyen Tanpınar’ın tarihle ölüm insan döngüsünde varoluşsal bir sorunu da vardır. “İnsan talihinin mahpusudur. Ve bu talihinin karşısında imandan ve bilhassa ıstıraba atlanmaktan başka silahı yoktur.”[2] Diyen Tanpınar için tarihin milli, şahsi ve manevi yönleri ve sığınakları vardır. Bahsini edeceğimiz manevi sığınak, insanlık tarihinin ölüm ile olan denklemidir. Hep Aynı Boşluk isimli eserinde toplanan denemelerinin birinde insanın talihini, tarih öncülünü şu cümlelerle açıklar;
“İnsan talihini unutamayız. İnsanlığın tarihini içimizdeki ölüm duygusu yapar. Eğer bu, onun hayatla kurduğu acayip mütenakızı ve muadili değilse. Bizi yoğuran, pişiren odur. Belki de aramızdan etrafa bakanı duyan, düşünen, duyuş tarzıyla bizde değişen odur. Belki de biz yalnız bu değişmeleri kaydediyoruz; şuurumuzun asıl yollarını yalnız o yapıyor” diyerek ölümden önce insanın hayatını kader gözüyle işlemeye çalışır. Paragrafının devamının M.Teste’nin “biraz sonra bir görüş sona erecek.. derken bu hakikati söyülüyor” diyerek görüşünü destekler.[3]
Tanpınar’a göre bunların hepsinin insanın ölüm korkusu ile olduğunu, iz bırakmak isteyen insanın ölüm karşısında durmak istediği savaşın bir yansıması olarak tarihin karşımıza çıktığından bahseder. Ona göre insanın tanrılarla aynı masaya oturma mücadelesi sanıldığından başka sebeplere de bağlıdır. Bir yazısında “fakat insan talihini yalnız onda değildir. Bu kolaylıktan mahrumuz. İçimizde yalnız ölüm korkusu, ölüm düşüncesi olsaydı herşey kolaylaşırdı. Zaman hayat zaman sofrasına başka türlü otururduk. Ruhumuz ahengin kendisi olurdu. Yaptıklarımızla istediklerimiz birbirine uygun giderdi. Güneşe bu kadar ters bakmazdık. Yaşamanın nimetlerini başka bir ağızla tadardık. Bir kelime ile o zamana tanrılaşırdık. (…) Bir romanın kahramanın ‘dünya geniştir, fakat insanlar birbirlerinin ayaklarına basarak yürümekten hoşlanırlar’ diyor” [4] der ve insanın kendi mücadelesinden başka birbiriyle savaşından bahseder ve hatta sunacağımız paragrafla çarkı işletenin insan olmadığını söyleyerek döngüsel tarih anlayışında insanüstü bir güce yer verir;
“Hayır, ne zekânın zaferlerini ne sanatın tebessümü bize insan talihinin acılığını, zalim istihzasını unutturamaz. Ve insan sadece bu mahkûmiyetiyle büyüktür. Öleceği için büyüktür. Kendi kendisine düşman olmasına rağmen büyüktür. Büyük ve heyhat gayrimesul… Çünkü çarkı işleten kendisi değildir.”[5]Diyerek aslında küçük insanların tarihini, tanrısal şekilde tanımlamıştır. Öğrencisi Mehmed Çavuşoğlu’nun 1961’de tuttuğu bir ders notunda da “Tarih yaşanmış bir kaderdir (Hamid Bey)”[6] cümlesini görürüz. Aynı zamanda bu talihsiz insanın elinde geçmişten gününe geleceğin kapılarını açacak gibi bir mazi anahtarı da vardır;
“Niçin eskiye bu kadar bağlıyız. İster istemez onların bir parçasıyız. Eski musikimizi seviyoruz, iyi kötü anlıyoruz. Elimizde iyi kötü bize maziyi açacak bir anahtar var… o bize üst üste zamanlarını veriyor, bütün isimleri giydiriyor” [7] diyerek de tarihe sarılmadan edemez ve insanın geçmişten kaynak alınan gelecek planlarında yürümenin yolunun yine tarihten geçtiğini belirtir; “İnsanoğlu yorgunluktan çekinmez; ufuksuz olmaktan harap olur. Menzilini bildikten sonra yürümek daima kolaydır.”[8]Bu sebeple ferdin ve dâhil olduğu toplumun bir taraf olduğu tarih, var olabilmenin meşruiyeti ve hatta şartıdır. Tanpınar’ın tarih görüşü insanın cemiyeti hayatındaki yaşamıyla ilişkilendirir. Yani ferdi hayatından ayrıldıkça cemiyet onu devam ettirir. Bu ayrılış, şahsiyete ait hususiliklerin inkârı değil, aksine, bu hususiliklerin değer kazanmasıdır. Tarihin manalandığı yer, bu hâtıralarla topluluk şuurunu devam ettirmesidir. Tarih, sanat eserleri, gelenekler hepsi cemiyetin süreklilik şuurdur.
Zira tarih insanı ve onun cemiyetini saran müphem bir hikayedir. “Tarih insanın ve cemiyetin bütün bir tarafıdır. Bu ok ve yay hikâyesidir. Mazi vardır ve hatta hali, onun arasından geleceği o idare eder. Cemiyet için mazi yani tarih, fert için hafıza gibidir. Asıl şahsiyetin kendisidir. Hafızasını kaybeden adam nasıl artık kendi değilse cemiyet de mazisini unutursa veya bu mazi fikrini vuzuhundan mahrum ederse, öylece kendisi olmaktan çıkar. (…)”der ve Şerif Eskin’in eklemesiyle birey için hafıza ne ifade ediyorsa toplum için de tarihin bir anlama sahip olduğunu belirtilmekle birlikte hafızanın bireyde yüklendiği işlev cemiyette tarih ile çizilmektedir.[9]
Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre bahsini ettiğimiz bu çizim her nesilde tekrar canlanmalı ve devrinde giyinmelidir. Nitekim Yaşadığım Gibi adlı eserinde “Her devir, tarihi kendisine göre yaratır.”der[10] ve tarihi yaşama indirmek mümkünse şöyle bir telkinde bulunmaktan geri durmaz; “Yaşanmış hayat unutulmuyor, ne de büsbütün kayboluyor, ne yapıp yapıp bugünün veyahut dünün terkibine giriyor”[11]
Bazen de öğrencisi Mehmet Kaplan’ın işaret ettiği inançsız Tanpınar’ın anlayacağımız şekilde, insanın, ruhunun ve hatta bir milletin bir kaderle yaşadığından ve bu kaderin tarihi etkileyebileceğini belki vecih bir cümleyle açıklamaya gider ve Beş Şehir eserinin “Erzurum” başlığında “Kader, insan ruhu bir tarafını tamamlasın, yaratılışın büyük rüyalarından biri gerçekleşsin diye, onları bu ovaya kadar göndermiştir. Yaratıcı ruhun emrinde idiler, onun istediğini yaptılar” der.[12] Eğer ölüm korkusu karşında galip gelme savaşında olan insan kaderi karşısında mümkün görülmeyen durumlarında ise Bergsoncu bir hassasiyetle bunun inkârı doğurabileceğini Aynadaki Kadın romanındaki karakteriyle şöyle dile getirmiştir; “İnsan hayatından memnun olmayınca mazisini adeta inkâr ediyor. Cemiyetler de böyle değil midir?”[13]
Bu sebeple insanın mazisini inkar etmemesi için ölüme ve kaderine karşı gelmesi ve mana yükleyerek gelişmesi gerekmektedir. “Mazi nihayet geçmiş bir zamandır; bizde, ancak kendisine içimizden bir şeyler katarsak hakkıyla yaşayabilir. Biz ise ‘bugün bile’ değiliz; yarınız. Her neslin asıl vazifesi kendi ötesinde gelecek için olanı hazırlarken başlar.”[14]deyişinden tarihin aynı zamanda bir geleceğin anahtarı olduğunu görürüz. Zira tarih geleceğin anahtarı olduğu kadar geçmişin üstünü örtmenin de bir yoludur. Tarih üzerine düştüğü bir not da; “Bir şeyi yıkmak için tarihini bilmek kâfi geliyor” der.[15]
____________________
[1] Ahmet Hamdi Tanpınar, Hep Aynı Boşluk, s.279.
[2] Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, s.291.
[3] Ahmet Hamdi Tanpınar, Hep Aynı Boşluk, s.275.
[4] Ahmet Hamdi Tanpınar, Hep Aynı Boşluk, s.276
[5] Ahmet Hamdi Tanpınar, Hep Aynı Boşluk, s.279.
[6] Abdullah Uçman, Ahmet Hamdi Tanpınar – Edebiyat Dersleri, s.288.
[7] Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, s. 170.
[8] Ahmet Hamdi Tanpınar, Hep Aynı Boşluk, s.257.
[9] Şerif Keskin, Zamanın ve Hafızanın Kıyısında Tanpınar‘ın Edebiyat, Estetik ve Düşünce Dünyasında Bergson Felsefesi, Dergah Yayınları, İstanbul 2014, s.138.
[10] Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, 291.
[11] Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, s.22.
[12] Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş şehir, s.51.
[13] Ahmet Hamdi Tanpınar, Aynadaki Kadın, Haz. Güler Güven, Dergâh Yayınları 2019, s.17.
[14] Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s.48.
[15] İnci Enginün, Ahmet Hamdi Tanpınar; Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, Dergah Yayınları, İstanbul 2010, s.265.